Dünyamız 20.yüzyılda birçok soykırıma tanıklık etti. Bu soykırımlar sonucu milyonlarca can kaybı meydana geldi, katliamın sonuçları hem bedensel hem de zihinsel olarak tamiri mümkün olmayacak hasarlar bıraktı. Yakın tarihimizdeki Ruanda soykırımı sadece 100 gün (7 Nisan- 4 Temmuz 1994) içerisinde 800.000 ile 1.000.000 arasında insanın öldürüldüğü kayıtlara geçmiş olan zihinlerde hatırası yeni bir soykırımdır. Gerçekleştiği süre bakımından en hızlı ve şiddetli soykırım olarak nitelendirilir. Olayların merkezinde ülkedeki iki büyük etnik sınıf Tutsiler ve Hutular yer almıştır. Önce Alman sonra Belçika kolonisi haline getirilen Ruanda, batı kolonisi olmadan önce üç etnik grubu (Tutsi, Hutu ve Twa) içinde barındırabilirken batı kolonisi olmasının ardından birbiriyle akraba olan bu toplulukların ayrılmasına ve birbirlerini vahşice katletmesine şahitlik etti.
I. Dünya Savaş’ından yenik çıkan Almanya ve Belçika’nın Ruanda’dan ayrılırken bıraktığı tek miras ırkçılık oldu. Batılı koloniyel güçlerin Ruanda’ yı terk etmesi ardından iki gruptan da aynı toprak parçası üzerinde mevcut olan farklı grupları temsil etme kavgası ve iktidardan pay alma mücadelesinin içerisinde kendilerini bulmuştur. Ülkede Hutular sayıca çoğunluğu oluştururken Tutsiler askeri ve siyasi organizasyonu ele geçirmişlerdi. 6 Nisan 1994’te Ruanda Devlet Başkanı Habyarimana’yı taşıyan uçağın düşürülmesi, bu trajik olayların başlangıcı kabul edilir. Bu olaylardan hemen sonra Tutsilere yönelik sistematik katliamlar başlamış, ülke üç-dört ay boyunca kaotik bir ortama hapsolmuştur. Ruanda’ da Birleşmiş Milletler Barış Gücü çalışan on kadar Belçika askerinin de katledilmesinin doğurduğu atmosfer sonrası yabancı misyonlar hızla Ruanda’yı terk etmiş, bu durum soykırımı gerçekleştiren çeteler için daha rahat bir ortam oluşturmuştu.
Uluslararası Hukuk’ta soykırımın yerini inceleyecek olursak, Uluslararası Hukuk terminolojisine girmesi Nazi yönetiminin Yahudiler üzerinde uyguladığı soykırım sonrasında, ikinci dünya savaşının bitimiyledir. Nazi katliamı sonrası 1948 yılında imzalanan ve hala yürürlüğünü koruyan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda imzalanmış “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme” 1951’de yürürlüğe girmiştir. Soykırım suçu genel kasıt değil özel kasıt gerektiren bir suçtur ve soykırımı diğer suçlardan ayıran onun manevi unsurudur. Manevi unsur içerisinde yer alan ve kanıtlanması en güç unsur bizatihi kasıttır. Soykırım teriminin yaratıcısı olan ve Soykırım Sözleşmesi’nin taslak metnini hazırlayan hukukçulardan biri olan Lemkin, bir suçun soykırım sayılması için eylemlerin her zaman bir plan dahilinde gerçekleştirilmiş olması gerektiğini belirtmiştir. Peki Ruanda’ da yaşananları bir soykırım olarak nitelendirebilmek için kasıtlı ve bir plan dahilinde gerçekleştiğini söyleyebilir miyiz? Ruanda için Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde görülen davalarda öldürülen Tutsilerin sadece farklı bir ırk olmaları nedeniyle öldürüldükleri belirtilmektedir. Bu nedenledir ki Uluslararası Ceza Mahkemesince Ruanda’daki şiddet eylemleri soykırım olarak nitelendirilir. Yargılamanın ardından soykırımdan sorumlu kişiler müebbet hapis cezasına çarptırılmıştır. 100 gün boyunca süren olaylarda Birleşmiş Milletler, ABD , Avrupa müdahil olmayıp, Ruanda’yı kaderine teslim etmiştir. Öyle ki soykırımdan sonra Ruanda’da yaşananın bir soykırım olarak nitelendirilmeyip Beyaz Saray’da soykırım ifadesi kullanılmaktan uzun süre kaçınıldı. Irak, Afganistan, Suriye’ye ve daha nice ülkelere sözde demokrasi ve özgürlük götüren ABD’nin Ruanda’da yaşanan soykırıma tamamen sessiz kalması o bölgede stratejik bir beklentisi olmaması sebebiyleydi. Öyle ki soykırımın ilk günleri halkı kışkırtıcı radyo yayınlarını bile özgürlük müdahalesi gördüğü için sonlandırmayı reddetmiştir. Ruanda yakın tarihimizin en büyük utançlarından ve derslerinden biridir. Ruanda’ dan geriye kendi çabaları ile Tutsileri yetimhanelerde, evlerinde, kilise ve camilerde saklayarak katledilmekten kurtaran bir avuç değerli insanın hikâyesi, siyasetçilerin pişmanlık sözleri, timsah gözyaşları ve umut vaat eden temenniler kaldı. Ruanda bugün hala bir çok sosyolojik, antropolojik, politik ve edebi çalışmanın konusu olmaya devam etmektedir.
Commenti